2020’nin Star Wars gününde, Leia Organa’yı anmak istedim. İşte Disney prensesleri arasında rol model olmaya layık tek prensesin hikayesi.
*Spoiler içerir*
Kadınlara medya tarafından servis edilen rol modellerin ne derece sağlıksız olduğunu insan büyüyünce idrak ediyor. Bir oğlan uğruna evini barkını terk edip sesinden vazgeçmeye razı olan Küçük Denizkızı‘ndan tutun da, sevdiği kızın suratını unutan ayak fetişisti prense gönlünü kaptıran Külkedisi’ne kadar, masallar aslında insanın tüylerini diken diken eden rol modellerle dolu. Savaşçı Mulan bile, onurunu geri kazanmak için erkek kılığına girmek zorunda kalıyor. Kitap kurdu Belle ise, yaratık yarini bilgisiyle değil feminen içgüdüleriyle kurtarabiliyor. Bize servis edilen prensesliğin çapı çevresi belli. Beyaz Audi’siyle, residansta yaşayan prense kavuşmanın tek ve kesin yolu kurtarılmayı beklemek. Bu imajı yıkmak için yaratılan Elsa bile, tripten tribe girmeden gücünü kullanmayı beceremiyor. Masal dünyası güçsüz, kendini mağdur hissetmekle varolan, kendine acıyan saçma sapan karakterlerle dolu.
Bu karakterler için Prenses Leia, uzun süre nefesini tuttuktan sonra ciğerlere hava doldurmak gibi bir şey. Star Wars evreninin en kayda değer karakterlerinden biri olmasının nedeni de bu. Skywalker sülalesinin genetik tribal enfeksiyondan muzdarip erkekleri içinde, Prenses Leia, güzelliği, aklı, cesareti ve kararlılığıyla, televizyonda küçük kızların boğazına sokulan kadınlar içinde, olabilecek en iyi rol modellerden biri.
Prenses Leia’nın annesi Kraliçe Amidala, Luke ve Leia’ya can verirken hayatını kaybetti. Leia, evlatlık olarak büyüdü ancak, onu evlat edinen ve büyüten Organa ailesini de kaybetti. Büyüdüğü gezegen olan Alderaan içindeki 2 milyar kadar insanla beraber, yok oldu. Prenses Leia bir kere, kendine acıyıp hüzünlere bürünmedi ya da birinin onu kurtarmasını beklemedi. Aslanlar gibi üvey babası Bail Organa’nın kurduğu Rebel Alliance‘ta görevini sürdürüp galaksinin yok edilmesinin önüne geçmekte kilit rol oynadı.
Prenses Leia, hiçbir Disney prensesinden aşağı kalır değildi. Özellikle onu canlandıran efsane Carrie Fisher sağolsun, Prenses Leia beyaz perdeye amiyane tabirle, taş gibi yansıdı. Ama Leia için her zaman ön planda olan, hayatta başarmak istediği şeylerdi. Özgürlüğe olan tutkusu, karanlığa karşı aydınlığı seçmesi, önüne çıkan engellere olan tutumu, onu popüler bilim kurgunun en güçlü kadın karakterlerinden biri olarak öne çıkardı. Prensesin aşk hayatı da bütün bunların bir yansımasıydı. Bazı Disney karaktleri gibi (sana bakıyorum Küçük Denizkızı), sevdiği adam için hayatını değiştirmedi, hedeflerinden vazgeçmedi. Sevdiği adamın kötü davranışlarını sindirmedi, görmezden gelmedi, yeri gelince postasını koymayı, rahatsızlığını göstermeyi bildi.
Star Wars’un son üçlemesinde de, Prenses Leia bizi yanıltmadı. O artık, bir prenses değil generaldi ve başına yine bir sürü şey gelmişti. Oğlu karanlık gücün eline düşmüş, kocasıyla yolları ayrılmış, kardeşi başarısızlığı kaldıramadığı için çekip gitmişti. Ama biz onu, yine de aslanlar gibi Rebel Alliance’da, yapması gereken şeyi yapmaya devam ederken bulduk.
Prenses Leia güçsüz değildi. Kardeşi Luke Skywalker gibi Force konusunda ne derece eğitim aldığını kestiremesek de, Force kesinlikle onunla. O kadar ki Leia, uzay boşluğunda Force’u kullanarak hareket etmeyi başarabilecek kadar hakim kuvvetine. Ama başına gelen bu kadar şeye karşın, ne babası Darth Vader, ne oğlu Kylo Ren gibi Force’un karanlık tarafına geçmemişti. Leia hala neyse oydu. Oyuncu Carrie Fisher’ı 2016 yılında kaybetmeseydik, muhtemelen hikaye bittiği şekilde de bitmezdi. Prenses Leia, yine yapması gerekeni yapardı.
Ve son bir şey.
Onu Prenses Leia olarak sevip benimsemiş olsak bile, o artık Prenses Leia değil, o General Organa.
Harikikulade bir Leia Skywalker Organa Solo güzellemesi..
Tebrik ederim.
Güç sizinle olsun 😉