On bir yılı aşkın bekleyişin ardından cehennemin kapıları tekrar açıldı. Diablo 4 inceleme dosyamızda Blizzard’ın Diablo 4 ile neleri başardığını, nelerden taviz verdiğini mercek altına alıyoruz.
Biz yüksek lisanslıların yaşı yetmediğinden dolayı ilk Diablo’nun oynayanlara neler hissettirdiğini anlamak güç. Benzer bir durum 23 yıl önce çıkış yapan Diablo 2 için de geçerli. Dolayısıyla Lilith ve Inarius, Sanctuary topraklarına dönene dek Diablo serisine giriş yapmak için en tıklamaya en müsait kapımız hep Diablo 3 oldu.
Ancak serinin kıdemli hayranlarının büyük bir kısmının Diablo 3’ü olumsuz yönleriyle sık sık andığını da unutmamak gerekiyor. Dolayısıyla geriye şaşaalı efektlerle doldurulmuş mağazası ve oyun içi satın alımları ile cüzdanımıza göz dikmiş bir Diablo: Immortal kalıyor ki, ondan bahsetmesek daha iyi olur.
Ezcümle, Diablo’nun her daim cehennem ateşinin tehdidi altında olmasına rağmen insanı iliklerine kadar donduran karanlık dünyasına girmek pek çok oyuncu için çok kolay olmadı. Ülkenin ekonomik şartlarının getirdiği patikaları aşmak da zor olunca, hem RPG severler hem de izometrik dünyalardan zevk alan oyuncular çareyi Grim Dawn ve Path of Exile gibi oyunlarda aradı.
Elbette kadar daha sonra Diablo ve Diablo 2’yi deneyim edip onlarca saatimizi gururla feda ettik. Ancak kendimizi “bu oyunu zamanında oynamak vardı” düşüncesinden de bir türlü kurtaramadık. Ancak zaten Türk oyuncular olarak İngilizcede FOMO ya da fear of missing out diye telaffuz edilen, bir şeylerden geri kalma” ve “treni yakalayamama” hislerine aşinayız.
Her ne kadar 2,000 TL’lik güncel fiyatı dolayısıyla Diablo 4’te de benzer bir tablo söz konusu olsa da biz bu sefer o trene bineceğiz, arkadaş. Çünkü kimimizin kredi, kimimizin nakit avans çekerek temin ettiği Diablo 4 son yılların en sürükleyici RPG’leri arasında Blizzard damgasıyla öne çıkmayı başarmış.
Diablo 4 İnceleme
Dev yapım onlarca, yüzlerce saatimizi; hatta günlerimizi ve aylarımızı talep ediyor. Eh, hakkı da var. Çünkü Diablo 4 Blizzard’ı neden çok sevdiğimizi hatırlatan ve neredeyse her yönüyle bizi kendine hayran bırakan efsanevi bir ARPG olarak oyun tarihine adını yazdırdı.
Cehennemin kapılarının açılmasını yıllardır bekliyorduk. Ve Diablo 4’ün bizi bir kez daha ağırladığı Sanctuary’de geçen saatlerden sonra “iyi ki beklemişiz” diyoruz. Çünkü Blizzard’ın yıllar süren geliştirme sürecinin meyvesi çok daha sürükleyici, içine dalması hiç olmadığı kadar kolay ve onlarca saati su gibi akıtacak enfes bir yapım olmuş.
Karanlık Yollarına, Soğuk Kırlarına Rağmen…
Oyunların kaçış psikolojisini besleyen en başarılı sanat nimetleri olduğunu söylemekten hiç yorulmadık. Bu argümanın arkasındaki en güçlü örnekler ise bugüne dek hep rol yapma oyunları oldu. Tasvir ettikleri dünyalar her ne kadar gerçekliğimizden uzak olsa da “gerçek”ten hiç uzak olmadı.
Her bölgesinde hilkat garibelerinin gezdiği Sanctuary de böyle dünyaların başında geliyor. Geliştirici Blizzard’ın dünya tasarımı konusundaki uzman deneyimiyle beraber Sanctuary gerçeksizliğin içinde gerçeğin anlatıldığı talihsiz bir diyardı hep. Burası acı, çaresizlik, karanlık ve umut gibi unsurların da izometrik oyun formülü içerisinde anlatıldığı enfes bir sahne oldu.
Ancak biz Sanctuary’nin gerçek yüzünü hiçbir zaman görmemiş, talihsiz diyarın gerçek ihtişamına hiç şahit olmamışız. Çünkü uzun uzun Diablo 4 üzerinde çalışan Blizzard karşımıza hiç olmadığı kadar canlı bir Sanctuary ile çıkmayı başarıyor. Açık dünya RPG formülleri ile süslenen yeni Sanctuary her köşesinde karanlığın başka bir suretinin mesken tuttuğu canlı bir yere dönüşerek bizi ağırlıyor.
…Yine Sana Geldim Sanctuary
Diyar tüm yeniliklerin yanı sıra kesinlikle çok daha parlak görünüyor. Ancak bu parlaklık diyarın önceki tasvirlerinde sürekli olarak boğazımıza kadar itilen korku, çaresizlik ve kıyamet retoriğinden taviz vermesine neden olmamış. Sanctuary’de tutkuyla örülmüş gergin, ürkünç ve rahatsız edici bir atmosfer var.
Dev haritanın çeşitli köşelerine özenle yerleştirilmiş zindanlar ve bir anda karşınızda beliren World Event’ler de – Blizzard deneyiminden olsa gerek – neredeyse hiçbir zaman Sanctuary’nin “tasarlanmış” hissetmesine neden olmuyor. Sanctuary Diablo 4’te geçirdiğim her saatte “keşfedilmeyi bekleyen” bir yer olarak kaldı.
Diablo 4’te Kötü Bir “Build” Yok
Cesur Yeni Sanctuary’nin her köşesini görmek istiyorum dediğim an ise Barbar karakterimle vurduğum ilk çekiç darbesinin hemen ardından geldi. Çünkü Diablo 4 eskiden olduğu gibi daracık odalarda hasar seli oluşturduğunuz bir dopamin makinesi değil artık.
“Daha güçlü düşmanlar fakat daha çok altın ve tecrübe puanı” denklemini tercih edip seçtiğim World Tier II, birçok mücadelede çok daha dikkatli olmam gerektiğini kafama vura vura anlattı. İnternetteki rehberlere hiç başvurmadan, belirli bir seviyeye gelene dek karakterimi sil baştan tekrar tasarladım.
Kalabalık düşman gruplarının arasından enfes bir şekilde tasarlanmış hangi yeteneklerimle çıkacaktım? Doğrudan aktif becerilere mi ağırlık vermeli yoksa hasarı ve hızımı artıran çeşitli buff becerilere mi odaklanmalıydım?
Her iki yolu (ve çok daha fazlasını da) oyunun başlarındaki süreç içerisinde, dilediğim her noktada denedim. Giderek artan respec, yani beceri sıfırlama bedelini göz önünde bulundurarak zindanlar ve başdüşman savaşlarında ne kadar zorlandığıma dikkat ettim.
Ve bu denklemin giderek zorlaşıyor ve daha pahalı hale geliyor olması da “nasıl olsa karakterimi hep sıfırdan dizebilirim” diyor oluşumun önüne taş koymaya başladı. Oyunun bana “kararını ver artık” dediği bu nokta pek çoğunun hiç hoşuna gitmemiş olabilir. Ancak benim aradığım şey tam olarak buydu.
Kısacası Diablo 4’te nasıl bir build ile endgame noktasına gideceğinize dair karar verme kıskacı giderek daralıyor. Fakat karakterin gelişim sürecinde verdiğiniz mikro ölçekteki build tercihleri sayısız alternatife de imkan tanıyor. Bu da serinin bir önceki halkasının karakter sayısı fazla olsa da gelişim sürecinde ne kadar sığ kaldığını gösteriyor diyebiliriz. Çünkü Diablo 4’te kötü bir build aslında yok.
Bu konseptin arkasındaki asıl itici güç ise Diablo 4’ün seriye ilk kez getirdiği yeni zorluk seviyesinde yatıyor. Çünkü Diablo 4’te serinin önceki oyunlarında hiç olmadığı kadar başarısız olacağınız bir zorluk seviyesiyle çıkageliyor. Dolayısıyla tutarlı başarısızlık da karakteriniz konusunda değişiklik yapmanız gerektiğini söylüyor.
Ancak tüm deneme ve yanılma yönlerinize rağmen Diablo 4’te bir güç hastalığına yakalanmak mümkün değil. Çünkü oyunun scaling, yani ölçekleme sistemi dolayısıyla onlarca saat önce girdiğiniz bir zindan hala ilk olduğu kadar zorlayıcı olacak.
Oyunun dünyası karakterinizin seviyesine göre ölçeklendiği için kelimenin tam anlamıyla “geliştiğinizi hissetmek” ne yazık ki mümkün değil. Fakat bu ölçekleme sisteminin oyuncuları ikiye böldüğünü belirtmekte de fayda var.
Şeytanlara Tıklamak Hiç Bu Kadar Keyifli Olmadı
Sanctuary’nin yeni sureti Diablo 4 geliştiricilerinin dövüş formülleri üzerine ne kadar çok mesai harcadığını da gösteriyor. Çünkü her köşesi yeni bir zindanla dolu diyarda çeşitli düşmanların üzerine tıklamak hiç olmadığı kadar eğlenceli. Seçtiğiniz sınıfa bağlı olarak düşmanlar üzerindeki hasarınızın hissettirdikleri ve enfes animasyon kalitesi, “bu zindan da çıkayım da bir diğerini yapayım” dedirtmeye yetiyor.
Her zindanın sonunda size “yeterince güçlü değil miyim acaba?” diye sorduran oyun, zindan başdüşmanı ile yüz yüze gelmeden önce de ter dökmenize neden oluyor. Onlarca başarısız MMORPG’den ve kendinizden emin olmama hissini bir türlü veremeyen yapımlardan sonra Diablo 4 burada da kritik bir çıtayı da aşmayı başarmış.
Oyunun ikonik sınıfları ise dudak uçuklatan yenilikçi bir anlayışla tasarlanmasa da sevdiğimiz ve özlediğimiz Diablo hissiyle karşımıza çıkıyor. Blizzard her ne kadar Diablo 3’ten bu yana hem RPG hem de MMORPG dünyalarından ilham alsa da sınıf tarafında inovatif adımlar atmamış. Ancak geliştiricinin sınıf tasarımı üzerine zanaatini senelerdir geliştirdiği her açıdan belli oluyor. Öyle ki sınıfların birbirleri arasındaki hafif dengesizliğine rağmen her biri yapılabilecek sınırsız build tercihleriyle beraber adeta dev birer tuvale dönüşüyor.
Günün sonunda Diablo 4 ikonik karakterleri ve içi “saatlerinizi kepçeyle çalacak sayısız zindan, tonla yan görev ve kaçınmayı seven bir ana hikaye” ile dev ve neredeyse kurşun geçirmez yapısıyla öne çıkıyor. Burada Blizzard’ın deneysel adımlardan geri kaldığının tekrar altını çizmekte fayda var.
Ama Rod Ferguson rüzgarıyla beraber Blizzard’daki Diablo 4 geliştiricileri yıllardır yaptıkları şeyi çok daha stabil bir şekilde paketleyerek, neredeyse hiç taviz vermeyen bir pakette sunuyor. Geriye de oynarken saatlerin nasıl geçtiğinizi anlayamayacağınız ve şeytanların üzerine biraz daha dikkatli tıklamanızı gerektiren detaycı bir oyun çıkıyor.
Dolayısıyla burada devrimsel yenilikler yerine gerçekten çok başarılı şekilde tasarlanmış, oldukça sağlam bir sınıf ve karakter gelişme yapısı var.
Diablo 4 Hikayesi: Lilith’in Peşinde
Diablo 4’ün belki de anlaşılabilir olarak zayıf olmaya en yakın halkalarından biri hikayesi oldu. Doğrudan zayıf halkası demediğime de dikkatinizi çekerim.
Oyunun kaçınmayı çok seven ana hikayesi kısaca yarattığı dünyaya geri dönen Lilith’in peşine düşmekten ibaret. Ve Sanctuary’nin başarılı tasarımı, oyunun efsanevi ses altyapısı ve oyun içi sinematikler ile beraber hikaye kesinlikle ilgi çekiciliğini bir noktaya kadar korumayı başarıyor.
Lilith’in Sanctuary için nasıl bir tehlike arz ettiği ve talihsiz diyarın sakinlerini ne tür bir tehlike beklediğini sürekli merak ediyor olmak fevkalade. Ancak Diablo 4 hikayesindeki bu ilgi uyandırıcı yönleri yer yer sakız gibi uzatması ile baltalayabiliyor. Lilith’in gölgesinin peşinden diyar diyar gezince bir noktada hikayenin üçüncü kısmı da beşinci kısmı gibi hissettirebiliyor.
Dolayısıyla Sanctuary’e yeri geri dönen Lilith’in “ha bulduk, ha bulacağız” ya da “şimdi kesin bir şey olacak” diye peşine düştüğümüz oyunda gizem perdesi de ilgi çekiciliğini zaman zaman kaybediyor. Burada kesinlikle başarısız ve oyunun diğer yanlarına kıyasla “hayal kırıklığı” diyebileceğimiz bir ana hikaye yok.
Hatta sonuyla beraber hikayenin güzel bir tat bıraktığını da söylemek mümkün. Ama Diablo 4 yine de devasa bir heyecanla beklediğimiz ve uzunca bir süre bizimle kalacağını düşündüğümüz enfes bir senaryoya da sahip değil. Ama asıl eğlence Diablo 4’ün ana hikayenin yanında sunduğu devasa dünyasında ve endgame sürecinde başlıyor.
Diablo 4’ün Güncellenen Gelişim Formülü
Dövüş, ekipman kovalama, endgame içerikleri ve build denemeleri sizi hem Sanctuary’de tutarken hem de yıllardır beklediğimiz o oyuna bağımlılık hissinin temelini atıyor. En küçük kararlar bile zaman zaman hayal kırıklığına uğratan Lilith’in kovalamacasını çok daha keyifli kılıyor. Saatler geçtikten sonra bile üzerinize koşan düşmanları ayıya dönüşen bir druid olarak bertaraf etmek bağımlılık yapıcı olmaya devam ediyor.
Ya da kendinizi oyunu kapatmaya ikna edene dek Whirlwind Barbarian ile Sanctuary’nin dehlizlerinde döne döne savaşmak bir an olsun eğlenceli olmayı bırakmıyor. Zindanları başarıyla tamamlayarak Legendary Aspect’ler elde edip, yüksek puanların üzerine size yeni beceriler Legendary Item (efsanevi eşya) kovalarken Diablo 4 gerçek yüzünü gösteriyor.
Elbette Diablo 4’te de tüm bunların altında yatan temel amaç ise aslında her zaman olduğu gibi en yüksek sayılara ulaşmak. Karakterinizin Sanctuary’de ne kadar güçlü olduğunu ifade eden sayıları artırmanın yegane yolu da daha iyi ekipmandan geçiyor. Hatta belirli bir silah üzerinde uzmanlık elde ettiğiniz zaman bu uzmanlığın getirilerini diğer silahlarınızda da kullanabiliyorsunuz.
Daha iyi ekipmanlara ulaşmanın da birçok yolu var. Helltide, World Events ve Whispers of the Dead gibi yollarla daha güçlü, daha parlak ve daha turuncu ekipmanlara kavuşmak da mümkün.
Tüm bunların yanında bir de çok keyifli bir transmogrification sistemi bize eşlik ediyor. Kısaca transmog, eşyanızın görünümünü değiştirirken sunduğu özellikleri korumanızı sağlıyor. Topladığınız ekipmanları kırarak yeni görünümler elde ettikten sonra transmog sisteminden dilediğiniz gibi faydalanabilirsiniz.
Kısa Bir Diablo 4 Macerası
Endgame içeriğine gelmeden önce uzun bir süre takip ettiğiniz gelişme süreci de oldukça keyifli.
Diyelim ki en çok vakit geçireceğiniz yerleşim bölgelerinden biri olan Kyovashad’da yardım çığlıklarında bir kadınla konuştunuz. Kendisinin derdini dinledikten sonra sorunun kaynağına doğru yolculuğunuza başladınız.
Karşınıza rastgele çıkan bir World Event’te saldırıya uğrayan bir kervanla karşı karşıya geldiniz. Görevi uzmanlıkla tamamlamanızı isteyen opsiyonel şartı da karşılayarak zafere ulaştınız. Şahane bir sarı ekipman aldıktan sonra yolculuğunuza devam ediyorsunuz.
Bu sefer de karşınıza içeriden sarı ışıkların geldiği bir zindan çıktı. Sizi adeta içine çeken zindan da uzun bir mesai yapıp türlü hilkat garibesiyle savaştıktan sonra buradan da nefis bir zırh elde etmeyi bildiniz.
Yan göreve doğru devam eden yolculuğunuzda da kim bilir Sanctuary’nin hangi korkunç bir başka öyküsüne denk geldiniz. Belki de derisi dışına çıkmış canlı bir adama denk geldiniz. Ya da oğlunun hayaletinin musallatına uğrayan bir babanın çaresizliğine tanık oldunuz.
Görevinizi tamamladıktan sonra kasabaya döndünüz ve Renown, yani nam puanının yanı sıra tecrübe puanınızı da aldınız. Böylece Diablo 4’ün vadettiği neredeyse tüm açık dünya unsurlarının aktif olarak harmanlandığı bir süreci heybenize koydunuz.
Tüm bunları bir de inanılmaz keyifli bir CO-OP formülüyle birleştirdiğinizde gerçekten ortaya şahane bir ARPG deneyimi çıkıyor. Hikayede aynı noktada olduğunu sürece arkadaşlarınızla ana hikayeyi beraber tamamlamak da mümkün hale geliyor.
Diablo 4’ün Fiyatına Dair
Görsel deneyimi ne kadar dudak uçuklatıcı olursa olsun, hiçbir sinema filminin bileti 2.000 TL etmez. Hiçbir kitap, ne denli eşsiz ve sürükleyici olursa olsun bu fiyat etiketiyle de satın alınmaz.
Dolayısıyla sanatın bir başka, belki de en kapsamlı sureti olan oyunlar da, ne kadar etkileyici olursa olsun 2.000 para birimine değmemektedir. Sadece salt bir temel oyun sürümünden öte, oyun içinde de alınacak tüm dijital avantajlara rağmen hiçbir oyunun fiyatı, asgari ödeme düzeyinin çeyreğine de tekabül etmemelidir.
Ancak ediyor ise burada da geliştiricinin ya da yayıncının sorumluluğunun olmadığını ifade etmek gerek. Hangi şartlar, hangi sonuçları doğurdu da bir oyun 2.000 TL satışa çıktı, bilemiyoruz. Fakat “ben yüzlerce saat oynamak istiyorum, bir oyunun suyunu sıkmak istiyorum” diyor olabilirsiniz.
Hatta “olmadı taksit çekerim, zaten bir oyun zevkimiz var” diyorsanız, Diablo 4 her karakteriyle tekrar tekrar bitireceğiniz, yer yer ana hikayesinden kopacağınız; ancak inanılmaz detaylı bir karakter gelişim sistemine hayran kalacağınız dev bir oyun. Bir de seviye sınırından sonra açılarak keşfedilmeyi bekleyen endgame içerikleriyle sizi uzun bir süre meşgul tutacağı kesin.
Diablo ve Hizmet Oyunu Formülleri
Tüm bunları bir köşeye itip Diablo 4’ün özüne göz attığımızda karşımıza çıkan formülü açıklayalım. Diablo 4, birbirinden detaylı sistemleri ve esnek karakter gelişim elementlerini yeni bir Diablo anlayışıyla birleştiriyor. Ancak Diablo 4 en temelinde bir hizmet oyunu.
Günün sonunda oyunun tüm sistemleri kendi içinde tutarlı ve sizi boş döngülere hapsetmekten yer yer kaçınan unsurlarla dolu. Ama her ne kadar dibine kadar Diablo sosuna batırılmış olsa da sonu gelmez grind süreci Diablo 4’ün size bir hizmet oyunu olduğunu sık sık hatırlatacak.
Çünkü günün sonunda Diablo oyunları her bir şeytana tıklama deneyimleri sundular. Hristiyan maksimalizmi ile süslenmiş karanlık Sanctuary diyarı da Cennet ve Cehennem’in bitmek bilmeyen savaşının şarapnellerinin isabet ettiği bir yerdi. Burada şeytanların kafalarına tıklamak eğlenceliydi. Hatta tür tanımlayacak, daha sonrasında Grim Dawn, Path of Exile hatta V Rising’e ilham kaynağı olacak kadar eğlenceliydi.
Diablo 4’ün yıllardır ter döken geliştiricileri de bunun farkında. Çünkü Battle.net çalıştırıcısını kapatmayı bir saniye daha bile ertelemeniz için elinden geleni yapıyor. Çünkü Blizzard bu işin piri. Ve oyunun başında seçtiğiniz karakter üzerine size sürekli “acaba yeterince güçlü müyüm?” sorusunu sordura sordura yüzlerce saat harcamanızı istiyor. Unutmayın, her zaman daha yüksek sayılar…
Suçlu Hissettirecek Kadar Eğlenceli
Burada bir tasarım başarısı var. Çünkü Diablo 4 günün sonunda hizmet oyunu olduğunu bolca hissettirse de yukarıda saydığım tüm şeylerden dolayı bir türlü “yapay” gelmiyor. Örneğin bu durum bir başka Blizzard oyunu World of Warcraft için kesinlikle geçerli değil. Orada sizi oyunda biraz daha tutmak ve bir ay daha abonelik satın almanızı sağlamak için işleyen kana bulanmış dişliler sürekli çalışıyor.
Fakat Diablo 4’te binbir çeşit yaratığın arasında döne döne savaşmak ve parlak ekipman düşürmek için 30 saniyelik çatışmalara girip çıkmak her zaman, hatta artık suçlu hissettirecek kadar, eğlenceli geliyor. Oyunun belki de en iyi yönlerinden biri olan Helltides’dan bahsetmiyorum bile.
Diablo 4 İnceleme: Son Söz
Sürekli olarak beynimde dopamin mekanizmalarının çalışmasını sağlayan Diablo 4’ün iskeletinde bir hizmet oyununun kemikleri var. Oyunun endgame içerikleri, ekipman avcılığı ve detaylı karakter gelişim sistemi ise yapımın kas, doku ve organlarını oluşturuyor.
Tüm bu anlattıklarım Diablo 4’ün masaya getirdiklerinin kıymetini azaltmıyor. Ancak doğası gereği bir hizmet oyunu olması Diablo 4’ün ilmik ilmik örülen ARPG yapısı ile ters düşüyor. Ve bu sonuç oyunda geçirdiğiniz saatler boyunca kafanızın içinde kendini sürekli hatırlatıyor.
Yine de oyunda saatler geçirmeye devam ediyorsunuz.
İşte bu yüzden Diablo 4 gerçekten çok, çok iyi paketlenmiş, parlak ambalajıyla raflardan size göz kırpan pahalı bir çikolata gibi hissettiriyor. İçindeki yağ ve katkı maddeleri raftaki onlarca farklı abur cuburdan kesinlikle daha kaliteli. Ama günün sonunda Diablo 4 de bir çikolata olmanın ötesine geçemiyor. Enfes bir çikolata, orası ayrı.